Bir Ritüel Kurmacası Olarak Evrensel Müze

11th December 2013

Louvre’a ve çevresindeki müze-şehir-devlete yakın zamanda yaptığım kişisel bir ziyaretin ardından, evrensel müzelerin doğuşunu anlatan ve bu tarihe eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşan bir yazı yazmak uygun göründü. Duncan ve Wallach için müzelerin en önemli eleştirilecek noktası ideolojik duruşlarıdır [1]. Yazarlara göre, geçmiş toplumların flamboyan mekanları tapınaklar ve katedrallerdi ve bu mekanlar o toplumların inançlarını ve değerlerini bir arada tutarlardı. Bunun yanında bu mekanlar belli bir gücü doğrulamasını ve belli sınıfların sosyal otoritesini temsil ettikleri için hem inşaları hem de süslemeleri gösterişli olurdu. Gösterişleri aslında bir ideolojik gücün gösterisiydi.

Duncan ve Wallach müzelerin bu yapıların yerini aldığını iddia eder ve “bugünün evrensel müzesi Romalıların savaş ganimetlerini sergilemesi ile benzeşir” (s.449) diyecek kadar ileri gider. Bu bağlamda müzeler ritüel mekanlarıdır – bu kutsal sanat mekanlarının ziyaretçileri kendilerine gösterilen işleri anlamak, içselleştirmek ve bu işlerin içine gömülmüş değerleri yüceltmekle yükümlüdür. Bu şekilde farklı sosyolojik durumların ihtiyaçlarını karşılayacak farklı müze türleri oluşmuş olsa da, evrensel müze klasik geleneğin yegane mirasçısı olarak hayatta kalmıştır – hatta öyle ki medeniyetin ne olduğunu bu müzeler tanımlar.

Evrensel müzelerin kökenleri 18inci yüzyıla, sanat koleksiyonlarının çoğunluğunun soyluların ellerinde olduğu döneme kadar gider. Her ne kadar bu koleksiyonların özel gösterimleri zaman zaman şehir dışındaki yazlık saraylarda ve villalarda yapılmış olsa da Fransız İhtilali ile değişen politik iklim bu aristokratik koleksiyonların ciddi şekilde eleştirilmesine neden oldu [2]. Gerçi Fransız İhtilalinden önce de halka açık mekanlarda gösterilen kraliyet koleksiyonları vardı, örneğin Münih’teki Glytothek, Viyana’daki Viennese Royal Collection, Dresden Gallery ve Medicilerin Uffizi’si gibi. Ancak Louvre’un kurulması ile müze tarihi değişir. Louvre’un esas amacı kraliyeti ve kralı değil ulusu yüceltmekti (ve belki de ihtilali geciktirmek). Ancak paradoksal olarak bu yüceltme tüm ulusu değil sadece burjuvayı ve eğitimli olan bir azınlığı yüceltiyordu. İhtilalden sonra ise Louvre’un kaderi daha belirgin bir hal aldı. Kralın ve soyluların el konulan sanat koleksiyonlarının bir yerde gösterilmesi gerekiyordu ve yeni ulus/devletin de canlandırıcı bir zafer ve kültür sembolüne ihtiyacı vardı. Böylece evrensel müze birden bire bir misyona da kavuştu. Herkese açık olmalıydı, ulusal bir anıt olmalıydı ve hem toplumun ince zevkini beslemeli hem de onları sanat, estetik ve medeniyet konusunda bilinçlendirmeliydi. Böylece kraliyet müzesinden halka açık müzeye dönüşüm başladı. Bu yolculuk aslında ulusun kralın tebası olmaktan devletin vatandaşı olması yolculuğuydu.

Dönüşüm ayrıca fiziksel bir dönüşümdü de. Sanat eserlerinin gösterimi de yeniden düzenlenmeliydi. Eserler yeni halinde aydınlanma düşüncesine göre ve (soylular ve kral yerine) ulus ve vatandaşlar hakkında bir meta-anlatı yaratacak şekilde düzenlendi. Bu paralel olarak bir sanat tarihi disiplinin doğmasına neden oldu ya da hızlandırdı. Bu da aynı şekilde tarihin önemli zaman ve mekanlarındaki eserlerin toplanması için bir yarış başlattı. Son olarak da bu gelişmeler “tüm” insanlığa ait olan evrensel bir sanatsal değer oluşmasına yol açtı; belki herkesin anlayamadığı ama anlasa da anlamasa da bir parçası olduğu evrensel bir estetik.

Avrupa’nın geri kalanı için evrensel müze Fransız İhtilali kadar ciddi bir tehditti. Herkese açık evrensel bir müze sınıfsız bir toplum ilüzyonu yaratıyordu. Bu toplum ilüzyonunda her bir birey “insanlığın” kültürel mirasının, ideal bir medeniyetin eşit bir mirasçısıydı.

Duncan ve Wallach’ın makalesi Louvre’un ziyaretçilerine sunduğu tecrübeyi, girişteki büyük pavyondan galerilerin düzenine kadar uzun uzun anlatır. Bu vurgu haksız değildir çünkü Louvre diğer tüm evrensel müzeler için bir şablon sunmaktadır. Diğer bir özel vurgu Louvre’un mimari süslemelerine, özellikle de tavan tablolarına verilmiştir, çünkü üst üste çizilen bu tavan tabloları da aslında ulustaki politik güç değişiminin bir yansımasıdır. Buna göre makale şu sonuca varır; “Louvre devleti ve devletin ideolojisini tecessümlendirir […] devleti direkt olarak temsil etmez, onun yerine devleti sanatsal bir zeka kılığına bürünmüş ruhsal bir form olarak sunar” (s.463).

Evrensel müzenin bu kısa tarihini sonuçlandırmak için evrensel müze denen bu ritüel kurmaca mekanını yeniden keşfetmeye Amerika’ya gidilmelidir. Amerika’da böyle bir müze kurulması fikri iç savaş sonrası ideolojilerinin ve ulusal gururun bir sonucuydu. Birleşik Devletler bir ulus-devlet olarak yükseldikçe, batı medeniyeti üzerindeki iddiası da daha görünür hale geldi. Ancak Amerika’nın yarışa geç katılmış olması nedeni ile bir dezavantajı vardı, çünkü batı medeniyetinin klasik kalıntıları çoktan Avrupa’da paylaşılmıştı (belki de bu nedenle New York klasik sanatın değil modern sanatın küresel bir merkezi halini alacaktı). Sonuç Metropolitan idi. Metropolitanı emperyalist ideolojinin bir anıtı; sanat tarihinin, devlet tarihinin bir maskesi olarak yükseldiği ritüel bir kurmaca olarak görmek (tıpkı Avrupalı selefleri gibi) yanlış olmaz.

REFERANSLAR

[1] Carol Duncan and Alan Wallach, “The Universal Survey Museum”, ed. Bettina Messias Carbonell, Museum Studies – an Anthology of Contexts (Oxford: Blackwell Publishing, 2004).
[2] Holger Hoock, “Reforming Culture: National Art Institutions in the Age of Reform”, ed. Joanna Innes and Arthur Burns, Rethinking the Age of Reform: Britain 1780-1850 (Cambridge: Cambridge Press, 2007).

Bir Ritüel Kurmacası Olarak Evrensel Müze

Bir Ritüel Kurmacası Olarak Evrensel Müze



Leave a Reply