Nesnelcilik ve Öznelcilik Gerçekten Karşıt Anlamlı Mı? Wittgenstein’ın Tractatus Perspektifinden Bir Eleştiri

19th March 2014

Bernstein modern düşünürün ruh halini çarpıcı bir şekilde anlatır; büyük ihtimalle Kartezyen Endişenin avucundadır! [1] Modern düşünürü psikolojinin modern bakış açısından vurmak çok dramatik, ve hatta teatraldir – o psikoloji ki bilgi tartışmalarının tartışılan sınırı, yumuşak karnıdır ve Foucault’a göre “mantıksızlığa karşı gelişen genel duyarlılığın” [2, p.66] modernist bir kurgusudur. Demek ki bu endişeden müzdarip olan “tam bir semantik ayrım olmadan deli, yabancılaşmış, dengesiz, çılgın ve ölçüsüzdür” [2, p.66].

Yani Descartes’ın bilginin kaynağı için Ya/Ya da (Either/Or) kinayesinden yola çıkan biri, filozofun / bilgibilimcisinin kaçınılmaz bir şekilde deliliğe saplandığını çıkaramaz mı? Bernstein bu deliliğin, bu kartezyen endişenin özünü belirler; “Ya varlığımızın bir dayanağı, bilgimizin sabit bir temeli vardır, ya da delilik yanında hem entellektüel hem ahlaki kaos ile çevrilmiş bir karanlığın güçlerinden kaçamayız” [1, p.18]. Şimdi Bernstein’ın bu tanımı ikiye bölünmeli; kartezyen ve endişe – ve semantik bir yolculuğa çıkılmalıdır. Ya/Ya da tuzakları Descartes’ın yapılarıdır ancak bunun yanında mantık ya da deliliğin habercileri olabilir mi? Descartes her ne kadar bu tuzakları farklılıkların altını çizmek ve bağlantıları dışlamak (ve böylece bir ikilik yaratmak) için yaptıysa, Spinoza bu tuzakları ikilikleri yoketmek ve monizm oluşturmak için kullanır [3]. Yani Spinozyan Endişe kendi içinde çelişen bir terim olurdu, ama ayrıca çıkışı olan bir durumu da işaret edebilirdi. Bu durumda Bernstein’ın terim seçimleri ve bu terimleri psikolojik durumlarla çiftleştirmesi kasıtlıdır – bu anlaşılabilir bir durumdur çünkü sonradan bu endişenin yokedilmesini ve felsefenin özünün (philosophy proper) bu çatallanmadan kurtulmasını önerir [1, p.19]. (Bernstein’ın bu çatallanmayı nesnelcilik ve öznelciliğin ayrışmasını ile eşleştirdiğini de belirtmek gerekir.) Ancak Bernstein felsefenin özünün (burada epistemolojinin özünden de bahsedebiliriz) bu Ya/Ya da tuzakları ile engellendiğini ima eder – eğer bilgi/delilik ya da nesnellik/öznellik arasındaki çarpışmanın oluşturduğu bu bariyer kalkarsa, felsefe olması gereken yerine ilerleyebilecektir. Peki ama ya felsefe tam da olması gerektiği yerdeyse? Ya eğer Ya/Ya da tuzaklarını kaldırmak felsefenin öz fonksiyonunu da yoketmek demekse.

Bernstein’in adımlarını daha fazla izlemeden önce bir nesnelcilik ve öznelcilik eleştirisi oluşturmalıyız. Bernstein’a göre;

“’Nesnelcilik’ derken, rasyonalite, bilgi, hakikat, gerçeklik, iyilik ve haklılığın doğasını anlarken başvurabileceğimiz kalıcı ve tarihdışı bir matris veya çerçeve olduğuna dair temel bir inanışı anlıyorum” [1, p.8]

Demek ki nesnelcilik bir dış otoriteye temyizi gerektirmektedir. Bu otorite bize neyin rasyonel, gerçek, doğru ya da iyi olduğu bilgisini geçirmez – bunun yerine çizdiği çerçeve ile karşılaştırarak nesnelerimizin doğasını bizim anlamamız gerekir. Burada şu kabulleri yapmalıyız;

– Çerçeve vardır, ve karşılaştıran onu anlayabilir.
– Nesne vardır, ve karşılaştıran onu anlayabilir.
– Karşılaştıran vardır, ve karşılaştırmayı anlayabilir.

Tüm bu kabullerin iki parçası bulunmaktadır; ilki bir varoluşsal krizdir ve kartezyen endişeyi tanımlar – çerçeve ya vardır ya da karşılaştırma yoktur; ki bu da kaos demektir. Ancak bu doğru olamaz; çünkü çerçevenin zaten içsel olarak bir bilgi yaratmadığı ve geçirmediğini kabul ettik – bu iş karşılaştırmayı yapan ve anlayan (özne) kişi üzerindedir. Peki bu durum çerçevenin gerçekten varlığının konu dışı olduğunu ima etmez mi – eğer özne epistemolojik / kavramsal / ahlaki bir çerçeve arayışındaysa, ve bu çerçevenin içsel varlığını onaylayabilecek / karşılaştırabilecek durumda değilse, öyleyse arayış süreci bu çerçevenin zaten oluşturulma sürecine eşdeğerdir. Öyleyse bu kısaltılmış Ya/Ya da tuzağı; “ya bilgimiz için sabit bir temel var ya da delilikten kaçamayız” şu hale gelir; “ya bilgimiz için sabit bir temel olduğunu kabul eder ve ararız ya da delilikten kaçamayız” – çünkü keşfi bilinemeyecek olduğuna göre, çerçevenin varlığı anlamsızdır, çerçeveyi inşa edecek olan arayışın kendisidir. Bu yaklaşım nesnelciliği fazlası ile öznel (hatta göreceli) yapar, ancak belki bu da tam olarak doğru değildir. Bir tarafta bu yaklaşım kişisel bir seviyede, kişisel akıl sağlığını korumak için işler (Bernstein bunu Nietzsche’ye atıf yaparak onaylar [1, p.14] ve Reginster da ayrıntılandırır [4]) çünkü bütünsel görecelik nihilizm ile neredeyse aynıdır ve nihilizm gibi yaşamı reddeder. Ancak diğer tarafta, daha sosyal bir seviyede, bu bahsedilen çerçeve kolektif bir efordur ve öznenin yaratılması toplumun yaratılmasından ayrı tutulamaz. Bu bağlamda öznelin yaratılması sosyal bir bilimdir çünkü öznel varlığını çoğulculuğa borçlu görünmektedir. Sonuç olarak çerçeveyi arayışları ile bireyler inşa etmez, kolektif bireyler birbirlerinin eforlarını üst üste koyarak eder, ve inşa süreci zaten başlamış olduğuna göre inşa ettiğimiz şeyin bir gerçeklik çerçevesi olup olmaması önemli değildir – çerçeve ya vardır ya da yoktur.

Nesnelciliğin yıkılışı bizi öznelciliğe / göreciliğe iter. Bu doksografide öznelcilik ile görecelik arasında Bernstein gibi çok derin hendekler kazılmadığının altı çizilmelidir (ve hatta Husserl’ın transendental felsefesi [5] ile bile). Öznelcilik tarafında ise varoluşsal kriz terse dönmüş gibidir;

– Karşılaştıran vardır, ve kendisi çerçevedir, ve böylece hem çerçeveyi hem de karşılaştırmayı anlar.
– Nesne vardır, ve karşılaştıran onu anlar ya da anlamaz.

Burada varoluşsal kriz çerçeve üzerine değil nesne üzerinedir. Çünkü özne çoktan öznelcidir ve çerçevenin varlığını kabul etmiştir. Ancak bu sefer çerçeve evrensel değil bireyseldir. Nesne ile ilgili de şu soru oluşur; çerçeve evrensel değil içsel ise, nesnenin gerçek doğası değerini kaybeder. Öznenin nesneyi anlaması gerekmez (ya anlar ya da anlamaz), çünkü nesne için oluşturduğu öznel anlayışı öznel çerçevesi ile karşılaştırabilir. Bu da bizi şu garip sonuca getirir; öznelci için aslında nesnenin de varolması gerekmez. Öznel bir bakış açısı ile “nesnelerin” içsel bilgisi yok gibidir, yani “nesnelerin” varlığı da sorgu altındadır. Bu şekilde bilme eylemi de ulaşılamaz hale gelir. Peki burada öznelcilik neye atıf yapar; bilinmez mi, bilinemez mi ya da bilinmesi gerekmez mi? Bu neredeyse öznelliğin içinde Kant’ın nesnel bir diskuru olan Öyledir/Olmalıdır tuzağını yansıtır. Kant’ın sonucu şudur;

“Olmalıdır düşüncesi […] bir aksiyonu belirtir [… ki bu] sadece fiziksel bir durumda mümkündür.” [6, p.323]

Yani “öznelcilik olası bir aksiyonu belirtir mi belirtmez mi” sorusu kendi çöküşünün nedenidir. Her bilgi öznel kabul edilir ise, bilgiyi bilmek de gereksiz olur. Eğer bir bilgiyi otorite kaynağı bir çerçeve ile (kurgusal, inşa edilmiş ya da içsel) karşılaştıramıyorsak öyleyse bilginin üretilmesinin ya da üretilmemesinin bir önemi yoktur.

Sonuç olarak Bernstein’ın önerdiği gibi nesnelciliğin ve öznelciliğin ötesine geçebiliriz, ancak bunu Bernstein’ın adımlarını izleyerek yapmak zorunda değiliz. Burada farklı bir model önerilecektir ve bu modele isim olarak Wittgenstein Endişesi/Aberasyonu diyeceğiz.

WITTGENSTEIN ENDİŞESİ/ABERASYONU

1 Dünya olup biten her şeydir.
2 Olup biten, olgu olan, atomik gerçeklerdir [7] / olayların durumunun varlığıdır [8].
3 Olguların mantıksal resmi düşüncedir.
4 Bir düşünce anlamı olan [7] / mantıklı olan [8] bir önermedir.
5 Bir önerme basit önermelerin doğruluk fonksiyonudur.
6 Bir doğruluk fonksiyonunun genel biçimi [p; ἐ; N(ἐ)] şeklindedir. Bu bir önermenin genel biçimidir.
7 Üzerinde konuşulamayan konuda susmalı.

Yukarıdakiler Wittgenstein’ın Tractatus’undaki 7 ana sonuçtur [7] [8], iki çeviri yan yana verilmiştir ki kurulacak olan önermeyi destekleyebilsin.

Endişe Wittgenstein’ın yedinci sonucu üzerine odaklanır ve ironik olarak bu alt başlıkları olmayan tek önermedir. Bernstein’ın Geertz alıntısı ile başlayalım;

“Semiotik anlamları anladığımızı iddia eddiğimizde neyi söylüyoruz; kişilerin birbirine tanımlı olduğunu mu, kelimeleri değil akılları bilebildiğimizi mi?” [9]

Epistemoloji ve dilbilim modern diskurda birçok kez yan yana gelmiştir. Düşüncelerin dil ile bağlı olduğu; insanların konuşamadıkları şeyleri düşünemedikleri (ancak tersi geçerli değil) önerilmiştir. Ancak bu ayrıca Tractatus’un üçüncü önermesi ile bağlantılıdır; tüm dil görseldir, biri “masa” dediğinde, masa görür (ya da hangi masadan bahsedildiğini biliyorsa tam da o masayı görür). Wittgenstein’dan öyleyse şunu çıkarabiliriz; felsefenin ya da düşüncenin daha üst bir dili yoktur, herşey kişinin konuşabildiği ve resmedebildiği dil ile ilgilidir. Eğer durum buysa buradan endişeye / aberasyona geçebiliriz, çünkü insanlığın çevresi resmedemediği ve bu nedenle konuşamadığı aberasyon kelimelerle çevrilmiştir – yani üzerinde konuşulamayan konuda susmalı. Bazı kelimelerin resimsel modellerle bağlantısı yoktur ve insanlık bu kelimelerin neyi atfettiğini bilmez, bilemez ya da bilemeyecektir – bu kelimeler semiotik bir araftadır. İşte kaba bir örnek; diyelim ki aynı dili konuşan iki kişi bir odanın önündedir. Biri içeri girer, odadaki şeyi görür, dışarı çıkar ve diğerine söyler. Der ki; “odada bir masa var”. Diğeri masa kelimesini resmedebilir. Belki tam odanın içerisindeki masayı resmedemez ama bir bilgi oluşur ve aktarılır. Dil aynı anda hem nesnel hem de öznel olduğu için bu oluşma ve aktarım gerçekleşir. Özneldir çünkü birey kelimeleri seçer ve anlatımları oluşturur, nesneldir çünkü toplumlar kelimelerin resimsel modeli üzerine uzlaşır. Eğer ikinci adam içeriye girer ve bir sandalye görürse, ilk adam “benim için (öznem için) masalar sandalyedir” diyemez – bu delilik olur. Ancak diyelim ki ilk adam içeri girdi, odadakini gördü, dışarıya çıktı ve dedi ki; “odada Tanrı var”. Diğeri kelimeyi bilir, ancak resmedemez, kelimenin neye atıf yaptığını bilmez, resimsel bir modeli yoktur. Böylece odada olan şey ile ilgili bir bilgi oluşmaz ve aktarılamaz – odanın içeriği ile ilgili endişe sürer, yanına bir de odanın içindekilerle ilgili bir aberasyon oluşur.

Wittgenstein’ın dil ve düşünce modelini yoğuran bir kişi nesnelciliği dış dünya ile değil de dilin sosyal rızasallığı ile bir karşılaştırma çerçevesi olarak görebilir. Bu durumda düşünce dış bir otorite çerçevesine göre değil, dilin resmedilen modeline karşı nesnel olur – böylece resmedilen evren dışındaki tüm kelimeler içsel olarak öznelleşir ve gerçekleri gösteremez ya da bilgi üretemez.

Bu kısa doksografiyi bitirmek için Wittgenstein ve (Bertrand) Russell arasındaki kurgusal bir diyaloğu okuyalım [10, pp.259-261];

Russell: […] Şu dala bak: üzerinde üç yaprak var, yani “evrende en az üç şey vardır!”
Wittgenstein: Yo, yo, yo! Çok hatalısın! “Bu ağaçta en az üç şey vardır” diyebilisin ancak “evrende” diyemezsin! Mantık buna izin vermemeli, çünkü evreni resmedemiyorsun! […] Mantık anlam içermez. Gerçeği konuşamaz!
R: […] Peki ya bu cümle “yarın ya kar yağacak ya da yağmayacak”? Formu boş ama tamamıyla gerçek!
W: Evet, ancak bize yarınki hava ile ilgili hiçbirşey anlatamaz!

REFERANSLAR

[1] Bernstein, Richard J. (1983). “Beyond Objectivism and Relativism: Science, Hermeneutics, and Praxis”. University of Pennsylvania Press, Pennsylvania.
[2] Foucault, Michel (2001). “Madness and Civilization: A History of Insanity in the Age of Reason”. Vintage Books, New York.
[3] Curley, Edwin M. (1985). “The Collected Works of Spinoza”. Princeton University Press. New Jersey.
[4] Reginster, Bernard (2009). “The Affirmation of Life: Nietzsche on Overcoming Nihilism” Harvard University Press. Cambridge.
[5] Husserl, Edmund (1970). “The Crisis of European Sciences and Transcendental Phenomenology. Northwestern University Press. Evanston.
[6] Kant, Immanuel (2010). “The Critiques of Pure Reason” trans. J.M.D. Meiklejohn. The Pennsylvania State University Electronic Classics Series Publication, accessed on 20.01.2014 and retrieved from http://www2.hn.psu.edu/faculty/jmanis/kant/critique-pure-reason6x9.pdf
[7] Wittgenstein, Ludwig (2010). “Project Gutenberg’s Tractatus Logico-Philosophicus” trans. C.K.Ogden. Project Gutenberg, accessed on 20.01.2014 and retrieved from http://www.gutenberg.org/files/5740/5740-pdf.pdf
[8] Wittgenstein, Ludwig (1961). “Tractatus Logico-Philosophicus” trans. David Pears and Brian McGuinness. Routledge. New York.

Nesnelcilik ve Öznelcilik Gerçekten Karşıt Anlamlı Mı? Wittgenstein'ın Tractatus Perspektifinden Bir Eleştiri

Nesnelcilik ve Öznelcilik Gerçekten Karşıt Anlamlı Mı? Wittgenstein’ın Tractatus Perspektifinden Bir Eleştiri



Leave a Reply